Deniz Sefası
İSTANBUL’U İSTANBUL YAPAN BOĞAZ’I VE DENİZLE OLAN İLİŞKİSİDİR. DÜNYANIN BU EN GÜZEL ŞEHRİNİN VE ŞEHRİN İNSANLARININ DENİZLE İLİŞKİSİ HER ZAMAN, O GÜNÜN KOŞULLARI VE ANLAYIŞLARINA GÖRE ŞEKİLLENMİŞTİR.
Bugünlerde Kilyos ve Şile sahilleri dışında İstanbul’da denize girilen ve girilebilen çok az yer var. Bu rağmen Boğaz kıyısında yapacağınız bir yürüyüşte örneğin Bebek’te tek tük de olsa denize girenleri görebiliyorsunuz ancak bu durum her zaman böyle değildi. Osmanlı’nın son döneminden Cumhuriyet’e oradan günümüze insanların denizle etkileşimi bir hayli değişti.
Denize Girmek
Yaz tatili yapmak, plaja gitmek anlayışı insanlık tarihi göz önüne alınırsa son derece yeni sayılabilir. Osmanlı’da da durum farklı değildi, Osmanlı İstanbul’unda deniz mahremdi. Deniz İstanbul insanı için her zaman önemli olsa da “denize girme” anlayışı ancak Tanzimat’tan sonra iyiden iyiye artan Batı etkisiyle oluştu. Batıda ve Osmanlı’da denize girmenin kuralları vardı. Osmanlı’da denizde tahta perdelerle ayrılmış, deniz hamamlarına girilmesiyle başlayan süreç günümüzde Beach Club’lara dönüştü.
Deniz Banyosu ve Doktorlar
Denize girip girmeme anlayışının dinle bir alakası yoktu ancak Osmanlı’da denize girmek ciddi bir işti. Denize girmek için sağlık raporu alınması gerekiyordu, öyle ki deniz sağlığı gibi bir anlayış ortaya çıkmıştı. Denize kimlerin girebileceği, girmeden önce yapılması gerekenler, denize ne zaman girilebileceği, girilirse ne kadar kalınabileceği gibi alanlarda Osmanlı hekimleri “bilimsel” yazılar yazıyor, denize girecekler yasaklar koyuyor ve tavsiyelerde bulunuyorlardı. Örneğin denize girmenin en uygun zamanı olarak yaz sonu ve sonbahar başlangıcı görülüyordu. Yetişkinler denize yemek yedikten 3.5 saat sonra veya aç karnına girmeliydiler, çocuklar için 2 saat de olurdu. Çocuklar 6 yaşından önce denize sokulmamalıydı, 6 yaşına giren bir çocuksa önceden duşta soğuk suya alıştırılmalıydı. 19. yy’ın sonlarında İbrahim Cemal şöyle diyordu:
“Bir tabibin reyi olmadıkça denize girilmemelidir. Denize ne vakit girileceği ve mekulat ve meşrubatın nasıl olacağına ve buna mümasıl daha bazı husasatı dahi tabib tayin etmelidir.”
Deniz Hamamı
Günümüzde ancak eski fotoğraflarda aile veya müze arşivlerinde görebildiğimiz deniz hamamları kıyıdan bir iskele yardımıyla ulaşılan, etrafı tahta perdelerle çevrili üstü kapalı barakalardı. Barakanın ortasındaki havuza benzer boşlukta insanlar denize girerlerdi. İbrahim Cemal örneğinde gördüğümüz gibi Osmanlı hekimleri denize girmenin sakıncalarından bahsederlerdi. 1875’te İstanbul Belediyesi deniz hamamları hakkında bir nizamname çıkartarak erkek ve kadınlar için ayrı deniz hamamları yapılması gerektiğini belirtmişti. Bunun yanı sıra deniz hamamlarının ne gibi özelliklere sahip olması gerektiği belirtilmiş üstü örtülü suffe denilen bir soffa, kahvehane ve hela zorunlu tutulmuştu. Deniz hamamları her yerde açılmayacaktı.
Yasağın delindiği tek yer Tarabya’ydı, burada da yasağı delenler civar yazlık yalıların çevrelerinde demirlemiş teknelerin denizcileriydi. Özellikle Amerikalı denizciler sabahları neşe içinde etrafı çınlatarak denize girerlerdi. Tarabya bir anlamda İstanbul’un yazlık mekanıydı, İstanbul’da yaşayan yabancı diplomatlar ve yabancılar için Tarabya yazları sık sık tercih edilen bir sayfiye yeriydi. Tarabya otelleriyse İstanbul’un zenginleri arasında sunduğu olanaklarıyla popüler mekanlardandı.
DİĞER FOTOĞRAFLAR İÇİN TIKLAYINIZ
Deniz Hamamından Plaja: Rus Göçmenlerin Etkisi
Deniz hamamından plaja geçiş bir devrimdi. Hem de bir devrimin sebep olduğu başka bir devrim. İlhami Mazhar, Bir Ömür Boyunca kitabında “plajlarda güneşlenerek denize girmeyi bize Ruslar öğretti,” diyordu. Mazhar, ülkelerindeki devrimden kaçıp İstanbul’a sığınan Beyaz Ruslar’dan bahsediyordu. Mütakere ve İstanbul’un işgaliyse mesire anlayışını değiştirmişti. Boğaz sefaları yerini Adalar ve Anadolu yakasında sahillerine gidilmesine bıraktı. Kayık sefaları yerini arabayla Maslak’a gezmelerine gitmeye veya Büyükada’ya dans etmeye, yüzmeye gidilmesine bırakmıştı. Bu yıllarda İstanbullu kadınlar Batı’yı iyiden iyiye takip eder olmuşlardı. Batı’dakine benzer şekilde süslenip giyiniyorlardı, kadınlar görünürleştikçe giyim tarzları da Batı’ya benzer hale gelmişti. Mütakere yıllarında Paris ve Londra modası iyice takip edilir olmuştu. Denize girmek, dans etmek, süslenip püslenmek geleneklerin artık değişmeye başladığına ve bunlara karşı çıkanların olduğu anlamına geliyordu. Artık İstanbul’un Müslüman kadınları, kısa süre öncesinin deniz hamamına hapsolmuş kadınları açıkta denize giriyor, dansinglerde dans ediyorlardı. Flapper modası Osmanlı kadınını yakalamıştı artık kadınlar evde oturmuyor, eteğini giyip yeni kestirdiği kısa saçlarıyla denize giriyorlardı.
Florya’da yarı-çıplak denize giren Rus kadınları kısa sürede ilgi odağı olmuşlardı. Denizle ilişkisi sınırlı olan halk artık Rus dilberlerini izlemeye sahillere akın eder olmuştu. Böylece denizin mahremliği iyice azalmaya başladı, kadın ve erkekler artık plajlarda birlikte denize girmeye başlamışlardı. Cumhuriyetle birlikte İstanbul’da yeni oluşan burjuvazi, Moda ve Büyükada’daki deniz kültürünü değiştireceklerdi. 20.yy’ın başında popülerleşmeye başlayan bu mekanlar Cumhuriyetle birlikte iyice “hype” oldular. Bir süre deniz hamamları ve plajlar bir arada bulundular ancak deniz hamamları zamanla yok oldular ve yerlerini plajlara bıraktılar.
Gösteri Mekanı Olarak Plaj
Tabii ki plaj kültürü sadece denize girmek değildi hatta plajlar denize girmenin çok daha ötesinde anlamlara ve işlevlere sahipti hala da öyleler. Plajlar tüm gün kullanılıyordu, öğlen ve akşam yemekleri plajlarda yeniliyor, yine akşamları plajlar müzik dinleyip dans ediliyordu. 1950lilerin İstanbul’unda plaj gazinolarının sayısı ve popülerlikleri hayli artmıştı. Florya Plaj ve Gazinosu, Büyükada Yörükali Plaj ve Gazinosu, Heybeliada Plaj ve Gazinosu, Maltepe Süreyya Plaj ve Gazinosu, Suadiye Plaj ve Gazinosu, Caddebostan Plajı ve Gazinosu, Fenerbahçe Plaj ve Gazinosu, Salacak Plaj ve Gazinosu, Salacak Plaj ve Gazinosu, Küçüksu Plaj ve Gazinosu…